Hisleri somutlaştırma çabası #1

Selamlar!

Bir süredir WhatsApp üzerinde bir başıma olduğum bir grupta, içinde bulunduğum hisleri somutlaştırma amacıyla fırsat buldukça kendimce bir şeyler yazıyorum. Bazen bir dünya kuruyorum ve hayattan birer parça hikayeler yazıyorum, bazen de zihnimdeki ütopik ve soyut kavramları metaforlarla işliyorum. Bu blogda “Hisleri somutlaştırma çabası” adı altında bu yazılarımdan paylaşmak istediklerime yer vereceğim, çünkü neden olmasın?


Nöral Okyanusun Derinliklerinde

Serin bir boşluğa çıkmıştı dar tünellerin sonunda. Kristal sarkıtlar mağara tavanını süslüyordu. Karşısında bulunan minik gölete ara sıra düşen damlaların yankıları duvarlarca yükseliyor ve bir melodiyi mırıldanıyorlardı. Mağaranın derinliklerinden gelen uğultular bir ilahi ile eşlik ediyorlardı bu melodiye. Kristallerin karşısında duran göletteki yansımaları, bir gökyüzü yaratmıştı su yüzeyinde. Yüzeye kuyruklu yıldızlar gibi düşen damlacıkların oluşturduğu dalgalar, yankılanan kutsal tınıya eşlik ediyordu. Zifiri karanlığı aydınlatan bu mavi beyazlığın nereden geldiği belirsizdi. Mağaranın kalbine bir yıldız gömülmüş gibiydi. Her şey aydınlık ve ışıl ışıldı.

Oldukça soğuk olmasına karşın yüreği şefkatle okşanıyordu sanki. Soğuktan uyuşan sinirleri ve kızaran yüz hatlarıyla bir çeşit sarhoşluğa tutulmuştu. Tüm bu parlaklık gözlerine vurmuştu, ışıl ışıl dönüyorlardı yuvalarında. Mağaranın nefesi ruhuna kadar işledi ve kalbinde bir ferahlık hissetti. Aldığı her nefesle yenilendiğini hissediyordu. İçindeki kötülükleri nefesiyle verip bu büyülü atmosferi kirletmekten çekiniyordu. Parmak uçlarına basarak sessizce yürür gibi, itinayla narince nefesler alıp veriyordu. Dizlerinin bağı çözüldü ve üzerlerine çöktü.

Geri dönülemeyecek bir yola çıkmıştı. Yapayalnızdı, oldukça derinlerdeydi artık. Yolun sonu diye düşündü. İçinde buruk bir mutluluk vardı. Sonuçta bunun için gelmişti tüm yolu. Çürüyüp sararmış dünyadan ve içinde bulunan yaratıklardan kendini ebediyen soyutlamak, kendini temiz ve ferah bir sonsuzluğa bırakmak istiyordu.

Kendisini, bedenini kaplayan bu aydınlığa gömmek istiyordu. Tüm günahları ve sevaplarıyla kendini bırakmak zorundaydı. Cüretkar olmalıydı. Eğer işlediği bir günahsa bile, bu son olacaktı.

Ellerini iki yana açtı ve ruhunu karşısındaki görkemli tapınağa üfledi. Verdiği nefes göletin üzerine sürüklendi ve ışıldadı. Su üzerinde ufalanan ışıltılar galaksilerin oluşturduğu bulut kümelerini anımsatıyordu. Bir arada duran ufalanmış ışıltı kümesi, ufalancak bir şey kalmayınca yıldızların uzay boşluğuna dağılması gibi yavaşça dağılmaya başladı.

Kristaller arasından alçalan nurlar, kelebekler gibi uçuşup sarmaladı göletin üzerinde dağılan bu ışıltıyı. Mağaranın ışıltısıyla bir oldular ve ruhuna daha derinlere doğru eşlik ettiler. Geride kalan bedeni kristalleşti ve ışıldadı. Her şey tuzla buz oldu, formlar yok oldu. Madde yoktu artık. Işıltılar ve parıltılar vardı. Her şey tekilliğe indi ve tek bir noktada tek bir beyaz ışık yanıp söndü. İşte o an, kalan son sinapsta yaşanmıştı. O da ölünce, tüm nöronlar ölmüştü.

Ölü bir nöral okyanusun derinlerinde gömülü bir atlantisin içine gizlenmiş bu tapınak ebediyen mühürlendi.